Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de İktidara Gelişinin 66.
yıldönümü, Genel Merkez’de yapılan bir toplantıyla kutlandı
14 Mayıs 2016 Cumartesi
“Daha aylar önce seçim pusulasında adı olan, o “milli
irade”nin beyanı olan bir başbakanı görevinden eden Cumhurbaşkanı, siyasi
cinayet işlemiştir”
|
Demokratlar Kulübü Başkanı: ENVER TURGUT |
“Bu partinin simgesi de imgesi de tavşan değildir. Bizlere
simge olmuş canlı; ecdadı seferden sefere taşıyan, Efendimiz Aleyhissalatu
Vesselam’ı Arş’a çıkaran ‘kırat’tır”
“Önce siyasete alet ederek dini, sonra kendi güvenliklerine
gayret ederek hukuku siyasallaştıran iktidar, sonunda vicdanları da
siyasallaştırmıştır”
( DP Basın Merkezi – 14 Mayıs 2016) Demokrat Parti’nin 14
Mayıs 1950’de İktidara Gelişinin 66. yıldönümü, Genel Merkez’de yapılan bir
toplantıyla kutlandı. Genel Başkanımız Gültekin Uysal, burada yaptığı konuşmada
Cumhurbaşkanı’ndan, iktidara, iktidardan ana muhalefete, tavşan partisi
söylemlerinden sivil toplum yöneticilerine, iç politika ve terörden dış
politikaya kadar pek çok konuda önemli açıklamalarda bulundu.
Genel Merkez’deki programda Demokratlar Kulübü Başkanı Enver
Turgut ile Siyaset Planlama Kurulu Başkanımız ve GİK üyemiz Doç. Dr. Mehmet
Özdemir de birer konuşma yaptı.
Genel Başkanımız Gültekin Uysal, 14 Mayıs Demokrasi Bayramı
dolayısıyla düzenlenen programda şu görüşleri dile getirdi:
“Kıymetli Partililer, değerli dava arkadaşlarım;
Bizlerin bayram olarak nitelediği, ancak 1960'dan bu yana
demokrasi için, vatan için, millet için verdiğimiz şehitler dolayısıyla
hakkıyla kutlayamadığımız bugün, bir kez daha bir arada olmanın mutluluğu ve bu
davanın neferi olmanın onuru ile sizleri selamlıyor, hoş geldiniz diyorum.
|
Genel Başkan: GÜLTEKİN UYSAL |
14 Mayıs 1950, yalnız fikrimizin ve milletin iktidarı için
değil, demokrasinin bu topraklardaki ilk gerçek zaferi olması dolayısı ile de kutlanası,
anlatılası, anılası bir gündür.
66 yıl önce gerçekten millet için milletle beraber teşrik-i
mesai eden demokratlar, bugün de aynı hassasiyette, aynı ilke ve aynı doğru
yoldadır.
Kıymetli Partililer;
Adına hürriyetçi demokratlar tarafından bir bayram atfedilen
demokrasinin, bugün geldiği yer ortadadır.
Siyaset biliminin kavramlarından, siyasi tarihin tozlu
sayfalarından bulunacak onlarca mesel, onlarca tanım varken, bu hizmet
kervanının ekmeğini yemeye teşebbüs edercesine kendini demokrat olarak niteleyen,
yaşanılanın demokrasi olduğunu söyleyenler vardır.
“Türkiye; demokrattır, demokrat olarak kalacaktır”
Demokrat Parti geleneğindeki şekli ile sözün millete
takdimi, teslimi olan demokrasi, bugün türlü kılıflarla milletten zapt edilmek,
rehin alınmak istenmekte, bir tek kişinin sultasındaki bir zümreye tahsis
edilmek istenmektedir.
Tek bir kişinin hülyaları ve siyasi hesap uzmanlarının
hesaplamaları ile adım adım “tek adam hükümranlığı”na dönüştürülmek istenen
Türkiye; demokrattır, demokrat olarak kalacaktır.
70 yıldır bu milletin büyük hayallerini “Büyük Türkiye
ideali” ile programlaştıran demokratlar, birkaç kişinin küçük hayallerine, bu
büyük, bu kutlu emeği ve birikimi kurban etmeyecektir.
Bu hareket, milletin iktidarına hayır diyenlere canını vermekten
çekinmemiş, tehdide, şantaja ve türlü Bizans oyunlarına boyun eğmemiş bir
genetiğe sahiptir.
|
DEMOKRAT PARTİ Ankara İl Başkanı BAHADIR ULUSOY & Genel Başkan GÜLTEKİN UYSAL |
70 yıldır hakkaniyet ve adalet çizgisinden sapmadan milletin
hizmetine hayatını vakfeden demokratlar, bugün de aynı bilinç, aynı kararlılık
ve aynı vakur duruşla Edirne'den Kars'a ayaktadır.
“Türkiye anayasal kargaşanın, siyasal karmaşanın ve yasal
kaygıların içerisinde boğulmaktadır”
Kıymetli ev sahipleri;
Türkiye anayasal kargaşanın, siyasal karmaşanın ve yasal
kaygıların içerisinde boğulmakta, asıl meselelerini konuşmaktan
uzaklaşmaktadır.
Maalesef bir tarafta ne pahasına olursa olsun “ben”
diyenler, bir tarafta 60'dan bu yana dökülen kanla yetinmeyenler, Türkiye'yi
toplumsal bir cinnetin eşiğine getirmiştir.
Tüm teamülleri, ahlaki ve siyasi değerleri bir kenara
koyarak, hatta ayaklar altına alıp mızmızlanarak “ben” diyen, sahnede “milli
irade” diye bağırıp sahne arkasında başka sözler eden Cumhurbaşkanı da cinnet
getirenlerin başındadır. Bir cinnet hali ile her söylevinde arkasına saklandığı
“milli irade”yi katletmiştir. Daha aylar önce seçim pusulasında adı olan, o
“milli irade”nin beyanı olan bir başbakanı görevinden eden Cumhurbaşkanı siyasi
cinayet işlemiştir.
Bugün yaşananlara “darbe” denmeyecektir de ne denecektir?
Cumhurbaşkanı geldiği günden beri çeşitli yerlere çeşitli
yöntemlerle darbe yapmıştır. Bu da basbayağı darbedir.
|
Doç. Dr. MEHMET ÖZDEMİR |
28 Şubat’ın gerçek mağduru değil mahdumu AKP, ecdadı olan 12
Eylül ve 28 Şubat’tan öğrendiklerini yeni yöntemlerle tekrar etmiştir.
Kendilerinin bir düstur edindiği, ancak görünen o ki
anlamını kavramanın işlerine gelmediği “milli irade” işte bugün, yani
Türkiye’de ilk ve gerçekten tecelli ettiği gün daha da önemli haldedir.
Her “güncelleme”si olay olan Türk Dil Kurumu geçtiğimiz yıl
“darbe” sözcüğünün anlamını “hükümeti demokratik yollardan istifa etmeye
zorlamak” şeklinde güncellemiş ve bize yaşananlara isim bulma zorluğundan
kurtarmıştır. Tecrübelerimiz yeni bir güncellemenin Cumhurbaşkanı lehine
yapılacağıdır.
Aziz dostlarım, değerli büyüklerim, sevgili kardeşlerim;
Ekonomik rant için insanları sosyal ortamlarından
koparanlar, siyasal gettolar inşa etmiş, milletin birlikteliğinin,
iktidarlarına engel teşkil ettiğini keşfetmiştir.
Türkiye'de milli birlik, beraberlik, eşlik, dostluk,
komşuluk ve hatta akrabalık ilişkileri dahi iktidar hırslarına kurban edilmek
istenmiş, kutuplaşma ve kamplaşma bir siyasal araç haline getirilmiştir.
Yıllardır hukukun ve dinin siyasallaşmasını tartışan kamuoyu
bir an önce duygularımızın bile siyasallaştığının farkına varmalı, bunun, ne
büyük bir tehlikeye gebe olduğunu görmelidir.
Şiddeti ve hatta kanı bile siyasetlerine araç edenler, asıl
kaygılarının millet olmadığını göstermiştir.
Sözlerinin kitlelere etkisinden bihaber siyasilerin
ağızlarından çıkanlar kendilerinden daha tehlikelidir.
“27 Mayıs 1960’ın akıtmaya başladığı kan,
elini hala yıkayamamış olanlara yetmemiştir”
Bir taraftan bayramı bir taraftan yası yaşadığımız bu ay
“kan” hatırlatması bizi daha da irite etmiştir. 27 Mayıs 1960’ın akıtmaya
başladığı kan, elini hala yıkayamamış olanlara yetmemiştir. Sadece bir siyasi
tarafı değil, tüm ülkeyi tehdit edercesine hala “kan” diyenler bunun
göstergesidir.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu “ne pahasına olursa olsun başkanlık”
diyenlere karşı “Böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede
gerçekleştiremezsiniz” demiş, 27 Mayıs’tan 56 yıl sonra, 12 Eylül’den 36 yıl
sonra acıları deşmiş, kaygıları derinleştirmiştir.
Bu sözler, kaygısı millet olan, kaygısı birlik olan, kaygısı
demokrasi olan bir şahsın değil, iktidarın kutuplaştıran diline öykünen bir
şahsın sözleridir.
Sayın Kılıçdaroğlu demokrasinin kılıçla değil kalemle,
kelamla olduğunu bilmeli, hep hatırlanmak istiyorsa soyadını “Kelamoğlu” olarak
değiştirmelidir.
“IŞİD tehdidi, Türkiye'yi tarihinde hiç olmadığı kadar
"Sıcak Savaşa" yaklaştırmıştır”
Saygıdeğer Partililer;
Malumunuz odur ki; Türkiye, Dış Politika'da şahsi kaygılarla
dahil olunan yaraların sancısını çekmektedir.
Bir tarafta iktidarın yadsınamayacak katkılarıyla Batı'nın
Ortadoğu'daki güvenlik kuvvetleri görevini ifa eden PYD, bir tarafta iktidarın,
yine yadsınamayacak katkıları ve mezhepsel bakışı ile palazlanan IŞİD tehdidi,
Türkiye'yi tarihinde hiç olmadığı kadar "Sıcak Savaşa"
yaklaştırmıştır.
14 yılda Türkiye, “stratejik derinlik” diyerek iyi komşuluk
ilişkilerinden uzaklaşmış, küçük boyutlu bir dehşet dengesi arasında kalmıştır.
Bırakınız derinliğini, ortada bir strateji falan da yoktur. Daha doğrusu
milletin menfaatini gözeten bir stratejinin olmadığı, var olan tek stratejinin
kişisel güvenlikleri olduğu tecrübe ile sabittir. Ortadoğu'da var olan
çeşitliliğe rağmen monofonik sesler çıkaran iktidar, polifonik bir karşılık
almaya başlamıştır. Ezcümle iktidar, bölgedeki politikasında kendi çalıp kendi
söylerken artık bölgede ne bir dinleyicisi ne de şakşakçısı kalmıştır.
“İktidar, politikanın içinde de dışında da çuvallamıştır”
Sorun fabrikası olan iktidar, Ortadoğu'nun sorunlarını
sadece iç politik kaygılarla Türkiye'ye ithal etmiş, dahası Türkiye'nin bir
bölümünü de kendi hesapları doğrultusunda bölgenin sorunlarına hapsetmiştir.
İktidar, politikanın içinde de dışında da çuvallamıştır.
Kendi içlerinde dahi yönetim şekillerinin ne olduğunu
bilmeyenler, bir gün demokrat, bir gün otokrat olanlar, nasıl olduysa Türkiye
için kendilerince ideal bir yönetim şekli uydurmuşlardır.
“AKP iktidarı Avrupa Birliği'ni
vize muafiyeti değerlendirmesinden öte götürememiştir”
Kıymetli misafirler,
Hürriyetçi demokratlar, dış politikada güvenlikli ilişkileri
ve gelişimi öncel kabul etmişlerdir.
Türkiye'nin 60 yıllık Avrupa Birliği serüveninde en kararlı
duruşu sergileyen biz demokratlar bugün 60 yılı "bir bakıp
çıkacaktık" noktasına getiren, Avrupa'yı yalnız seyahat planlarında
var eden anlayışın eylemlerini üzüntü ile izlemektedir.
Avrupa Birliği, münferit yaklaşımlar müstesna, bizler için
eğitimde, adalette, üretimde ve elbette demokraside kaliteyi simgelemektedir.
Anlaşılan odur ki AKP iktidarı Avrupa Birliği'ni vize muafiyeti
değerlendirmesinden öte götürememiştir.
Zaman zaman Avrupa Birliği'ni, İsrail'i ya da başkaca
ülkeleri sadece iç politik pazarlama gayesi ile dini değerlendirmeye tabi tutan
iktidar, inkarı da bir politik araç haline getirmiştir.
İktidar, bir sabah kalktığında antisemit olmakta, başka bir
sabah ise gece hayalini kurduğu Siyonist ortaklıkların heyecanı ile ellerini
ovuşturarak uyanmaktadır.
Bir öğle vakti Brüksel'de demokrasi beşiğinde uyuya kalan
iktidar, başka bir sabah Avrupa'nın tek dişi kalmış canavar olduğunu
hatırlamaktadır.
Kıymetli demokratlar;
Dış politikanın ne kadar karası varsa eline yüzüne süren
iktidar, içeride de analara, babalara, evlatlara karalar bağlatmıştır,
bağlatmaktadır.
“Açık ve net şekilde, bugün, gencecik bedenlerini toprağa
koyduğumuz canların ölümünün yegane sorumlusu iktidardır”
Birkaç yıl öncesine kadar iktidarı alıp, güvenliği teslim
ettiği PKK, ülkemizin Doğusu ve Güneydoğusu'nda muhtemelen kendisine verilen
sözlerin tutulmaması nedeni ile şehirleri yakıp yıkmakta, askerimize,
polisimize, korucumuza haince pusu kurmaktadır.
Geçmişte, bağımsızlık için bedel ödemek zorunda kalan bu
millet, şimdi iktidarın basiretsizliği ve aymazlığı yüzünden yeniden bedel
ödemeye başlamıştır. Açık ve net şekilde, bugün, gencecik bedenlerini toprağa
koyduğumuz canların ölümünün yegane sorumlusu iktidardır.
Osmanlı'nın murisi olduğunu iddia eden, ancak, ihanetle
süslü bedenleri hiç utanmadan payitahtta saraylarda ağırlayan, kucaklayan, bu
vesile ile iktidarı hesaplayan AKP, şer odağıdır.
Dün Dolmabahçe'de devleti birilerinin meydan okumalarına
alet edenler, bugün ihanetlerini inkâr etmektedirler.
Bu psikopatolojik bir ruh halidir.
İktidar çift kişilikli, kişilik bozukluğu sahibi tarafı ile
milletin bunları unutması için niyaz etmektedir. Başta millet, başta
demokratlar, evlatlarını toprağa gönderen analar, avuçları boş kalan çocuklar
ve sinesi kanayan eşler yapılanları unutmayacaktır.
Çok değerli misafirler;
Türkiye hem siyaseten, hem de toplumsal olarak ahlâkî bir
yozlaşmanın eşiğini aşmıştır.
Maalesef, geleceklerimizi emanet ettiğimiz çocuklarımız,
kimseye emanet edilemeyecek haldedir. Her gün, yeni bir iğrençlik haberi ile
evlatlarımızın yüzüne nasıl bakacağız kaygısı ile uyandığımız ülkemizde,
iktidar mağdur edenin, utanarak söylüyorum taciz edenin, tecavüz edenin
kimliğine bakmaktadır.
Önce siyasete alet ederek dini, sonra kendi güvenliklerine
gayret ederek hukuku siyasallaştıran iktidar, sonunda vicdanları da
siyasallaştırmıştır.
Kıymetli Partililer işte geldiğimiz tehlikeli yer
burasıdır...
Ne yazık ki, ahlaki çöküşten önce nasibini, yüce Meclis ve
siyaset kurumu almıştır. Geçmişte, parlamenterlere ait bir teamül ile protesto
etmek istediğinde, Meclis sıralarını tokatlayan milletvekilleri, şiddeti araç
edinen liderlerine öykünerek, birbirlerini tokatlamakta, tekmelemektedir.
Hakaretin bini bir paradır. Meclis televizyonu, bu nedenlerden ötürü boş verin
"+18'i", "+ insan uyarısı" koymalıdır.
Elbette, aktif siyasetin, bu edep dışı halinden Sivil
Toplum'un çeşitli kanatları da zannınca faydalanmaktadır.
Kendi sorumluluk sahalarını ve yükümlülüklerini unutup, bir
tarafta bir siyasi partinin "dış yapımı" gibi davrananları, bir
tarafta her nedense dolaylı olarak siyaset yapanlar, bu yozlaşmanın
sorumlularındandır. Kanaatimiz odur ki, mesleki örgütlenmeler, sosyolojik
illiyet bağları nedeniyle, siyasetle alakadar olmalıdır. Ve fakat
sorumluluklarını, dahası neden olacakları suni tartışmaları hesaba kalmalıdır.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun CHP Lideri
Kılıçdaroğlu’nu hedef alan ve bizce edep dışı sözleri bu bağlamda geldiğimiz
noktanın özetidir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun, Türkiye’nin en büyük sivil toplum
yapılanmalarından birinin kendi işlerine gelecek şekilde siyasete müdahil
olmamalarını eleştirmesi ile başlayan tartışmada, siyasete “haddini aşarak”
müdahil olan TOBB Başkanı bu yozlaşmanın canlı kanıtıdır.
Sivil alanın lider kuruluşu olan, il ve ilçelerdeki
yapılanması ile adeta sivil topluma maestroluk eden böyle bir yapılanmanın
başkanın sanki bir siyasi partinin temsilcisi gibi lakırtı etmesi demokrasi
adına da acıklıdır.
Özleri itibariyle değerlendirildiğinde siyasetten uzak
olmaları beklenemeyecek bu gibi kuruluşların, müfrit bir muhalif gibi
davranması yerine meseleleri şahsi siyasi kaygılardan bağımsız ele almaları,
hakim edası ile muhakeme etmeleri son derece önemlidir.
Parti devletine dönüşmüş bir hal alan devletin en temel
ekonomik ilkesi, serbest piyasa anlayışının, “partili tekeli” ile alaşağı
edildiği yerde rekabet boşluğu yerine ana muhalefet boşluğunu kendine dert edinen
TOBB Başkanı’na tavsiyemiz; siyaseti dolaylı olarak değil doğrudan yapmasıdır.
Elbette sivil toplum kuruluşu niteliği itibariyle bu gibi
yapılanmaların siyasete müdahil olması olağandır. Ancak müdahil olmaları
gereken siyaset iktidar ve muhalefet arasında bir yerde değil, bu kavramların
üstünde bir yerde olmalıdır.
Muhakkak ki TOBB Başkanı’nın bu çirkin üslubunun ve tavrının
yanında CHP’nin ve liderinin tavrı da tartışmalıdır. Zira kendileri başkaca
sivil toplum kuruluşlarını partilerinin “dış yapımı” gibi kullanmakta bir beis
görmemektedirler. Miting meydanları ve parti organizasyonları da bu vaziyetin
en canlı şahididir.
CHP cenahından TOBB Başkanı’na “siyaset dışı kal” diye
uyarıda bulunanlar bir takım sendika ve yapılanmalara da aynı mesajı verecekler,
dışarıda olmaları için gayret edecekler midir?
Aziz konuklar;
Bir selam gibi rutinlerle tekrarladığımız şey, Türkiye'nin
sorunlarının demokrasi odaklı olduğudur.
Türkiye' de her meselenin temelinde aksak demokrasi, eksik
demokratik tavır yatmaktadır. Bu bakımdan, en acil eylem planı, iktidardan
başlayarak antidemokratik beyinlerin, hayallerin ve planların temizlenmesidir.
“Demokrat Parti sahip olduğu cevher itibariyle
meyve vermeye de devam edecektir”
Bugün Türkiye'nin, çeşitli şekillerde, çeşitli sancılarla
acısını çektiği güç zehirlenmesinin, iktidar zehirlenmesinin panzehiri
demokrasidir.
66. defa kutladığımız Demokrasi Bayramı'nda biliyoruz ki, bu
kronik hastalığı tedavi edecek kadrolar, Demokrat Parti' de yer almaktadır.
Gündeme dair son bir hatırlatma ile belirtmek isterim ki;
biz demokratlar, ideallerimiz gereği siyasette olan biteni, diğer partilerdeki
gelişmeleri de nezaket dairesi içerisinde izlemekteyiz.
AKP'nin Menderes ve Özal vurgusuyla bu büyük misyonun
geçmişini yağmalama gayretlerini, zaman zaman MHP de dahil olmak üzere CHP'nin
bize yönelik tasarruflarını görmekteyiz. Elbette bu gözlemlerimiz bizlere
bulunduğumuz yerin anlamını göstermeye devam etmektedir. Bu anlam ve partimizin
sahip olduğu karşılık çeşitli zamanlarda isnatlara konu olmasına vesiledir. En
bilinen tabiri ile "meyve veren ağaç taşlanır", taşlanacaktır.
Demokrat Parti sahip olduğu cevher itibariyle meyve vermeye de devam edecektir.
“Kalemi başkaları tarafından tutulan köşe bekçilerinin
karalamaları ile
70 yıllık gelenek yara almayacaktır”
Türkiye’de son olarak MHP’de ancak dönem dönem birçok siyasi
parti ve oluşumda ismimizin zikredilmesi de bundandır. Kalemi başkaları
tarafından tutulan köşe bekçilerinin karalamaları ile 70 yıllık gelenek yara
almayacaktır. Gerçi amaçları sadece karalamak da değildir. Mesnetsiz iddiaları
atanların amaçları bu köklü geleneğin ismi ile semirmek, birilerini
semirtmektir. Partimizi “ağzı açık beklemek”le itham edenler birilerinin
kapısında ağızları açık bekleyen bir güruhun mensuplarından öte değildir.
Başta partimizi sonra da partimizin eski bakanlarından ve MHP’deki değişimin
bugünkü temsilcilerinden Sayın Meral Akşener’i hedef alan bu çirkin ifadeler
bilinçaltlarındaki korkunun tezahürüdür.
Sayın Akşener'in, geçmişte Doğru Yol Partisi'nde görev
yapması dolayısıyla, siyaset kürsüsüne DYP ile çıkmış olması dolayısıyla bu
gibi yakıştırmalar tabiidir.
Demokrat Parti, yapısı itibariyle, ister AKP ister MHP ister
başka partiler olsun oy geçişkenliğinin en yüksek olduğu partidir. Bugün bahsi
geçen partilerin varolmasına vesile çok partili hayatın gerçek manada
uygulayıcısı, bu partilere yaşam hakkı sağlayan Demokrat Parti'dir. Demokrat
Parti bir taraftan günümüz partilerinin bir taraftan da birçok başarılı
siyasinin eğitildiği doğal bir parti okulu niteliğindedir. Bugün burada aynı
havayı teneffüs ettiğimiz, geçmişte Allah’a emanet ettiğimiz değerlerimiz,
değerli büyüklerimiz inkar edilemez şekilde Türk siyasetinin muallimleridir.
Türkiye'de bugün şizofrenik bir durum vardır. Bu şizofrenik
duruma itirazı olan herkes elbette her daim Demokrat Parti'yi bir çıkış olarak
görebilir. Demokrat Parti 70 yıldır, kaoslardan, baskılardan, güçlüklerden
çıkışın odağı olmuştur. Kimi zaman “adalet” ismi ile adaletsizlikten, kimi
zaman "Doğru Yol" ismi ile yanlışlıklardan çıkış için merkez olmuş
partimiz Demokrat Parti, bugün de 70 sene evvel olduğu gibi anti-demokratik bir
anlayış ve düzenden çıkışın adıdır. Bu doğrultuda bu yağma düzenine dur
diyecek, "yeter" diyecek, bir adama sözü de tokmağı da vermek isteyenlere
karşı "söz milletin" diyecek herkese kapımız açıktır.
Küçük bir hatırlatma; bu partinin simgesi de imgesi de
tavşan değildir. Bizlere bu hareketin ülküleri doğrultusunda simge olmuş canlı,
ecdadı seferden sefere taşıyan, Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam’ı Arş’a
çıkaran “kırat”tır.
Velhasılı kelam Demokrat Parti "tavşan parti"
değil, asıl meselelerimizi perdeleyen anayasal kargaşadan, karmaşadan ve
sıkışmışlıktan çıkışın partisidir.
Bu duygu ve düşüncelerle, demokrasi için, bu vatan için,
şehadete yürüyen tüm kahramanlarımızı, şehit başvekilimiz, şehit bakanlarımız,
şehit diplomatlarımız, şehit polisimiz, askerimiz ve korucumuzu rahmetle
anıyor, hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum.”